Coğrafya derslerimizde ilk öğrendiğimiz yerlerin önemli bir kısmı Güney Afrika Cumhuriyetinde, Ümit Burnu’ nu, Masa Dağı’ nı bilmeyenimiz herhalde çok azdır. Ayrıca dünyaca meşhur insan hakları savunucusu ve özgürlük savaşçısı Nelson Mandela’ yı da herhalde çoğumuz tanımaktayız. Ormanların kralı, vahşi doğal yaşam, safariler evet hepsi burada Güney Afrika Cumhuriyeti’ n de ve ben sizlere buranın önemli bir şehrini Cape Town’ ı anlatacağım,
Önce Vikipediayı referans vererek şehir ile ilgili temel bilgiler vereyim. Cape Town, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin üç başkentinden biridir. Nüfusu yaklaşık 3.500.000 olup yaklaşık 500 bin – 1 milyon Müslümanın yaşadığı bir şehir olup Afrika kıtasının Avrupa’ya en uzak ucunda yer almaktadır.
Cape Town, Güney Afrika’nın en büyük şehridir ve Güney Afrika’nın tam güneybatı ucunda yer almaktadır. Cape Town’da Afrika, Hollanda ve İngiliz kültürleri harmanlamıştır.
Yakın tarihine de kısaca göz atacak olursak, şehir Güney Afrika Birliği kurulduktan sonra ülkenin yasama başkenti seçilmiş. 1945’ten sonra olan ırkçı Apartheid rejimi beyaz olmayanların tüm haklarını kısıtlamış ancak 1990’da ırk ayrımcılığı bittikten sonra beyaz olmayanlar daha çok topluma çıktı ve resmi görevlere girdi. Hatta 1990 yılından itibaren de yönetim zenci çoğunluğun elinde bulunmaktadır.
Şehrin bir bölümü çağdaş gökdelenlerle doluyken, diğer kesimleri de tenekeden yapılma gecekondu mahallelerinden oluşmaktadır. Ayrıca Avrupalı göçmenlerin kurduğu birbirinden güzel kasabalar ve bağ evleri de bulunmaktadır. Ama bu evlerde yaşayan beyazlar oldukça korku içerisinde yaşamaktalar ve evlerinin etrafını yüksek duvarlar ve elektrikli tellerle çevirmişlerdir. Kaldığımız otelin lobisinde de Avustralya’ ya göçmenlik ile ilgili broşürler de görmüştüm, yani anlaşılan Güney Afrika artık beyazlar için bitmiş bir memleket, kendilerine pek gelecek göremedikleri yüzlerindeki mutsuzlukdan anlaşılıyor.
Güney Afrika Cumhuriyeti gezimizi yaptığımız zaman ülkemizde ağır kış şartları vardı ama orası güney yarım kürede olduğu için yaz mevsimin tadını doyasıya çıkardık.
Şimdi bu kısa bilgilendirmeden sonra yolculuğumuzun başlangıcına dönelim ve sizlere Cape Town gezi notlarımı anlatayım. Yolculumuzu o an için ucuz bir bilet bulunması nedeniyle, KLM havayolları ile İstanbul Amsterdam aktarmalı Cape Town olarak gerçekleştirdik, oldukça uzun bir yolculuk oldu ama olsun bu arada Amsterdam havaalanını da keşfetmek için zamanımız olmuştu. Amsterdam’ dan Cape Town yaklaşık on üç saat sürüyor, oturduğum koltukta yanımda oturan bir İngiliz’di ve bu gidişinin sekizinci olduğunu söylüyor ve çok güzel bir şehir olduğunu, tekrar tekrar görmekten bıkmadığını anlatıyordu. Şehre yaklaşınca uçağımız inmeden önce güzelliklerin kuş bakışı görülebilmesi için de pilotların mutlaka şehir üzerinde bir tur attırdığını da ilave etti.
Gerçekten uçağımız uzun bir yolculuktan sonra açık ve güneşli bir havada şehrin üzerinde birkaç tur attıktan sonra Cape Town Havaalanına süzüldü. Oldukça uzun süren yol sonrası otelimize yerleştik, kalan sürede de otel yakınlarında kısa keşifler yaparak zaman geçirdik.
Cape Town programımız her anı dolu dolu geçen güzel bir geziydi, sabah kahvaltı sonrası ilk olarak meşhur Masa Dağı’ na çıkmak için hareket ettik, yolumuz üzerinde şehrin yerleşik sakinlerinden olan ve 1700 lerde Cape Town’ a yerleşen Malay asıllı vatandaşların yaşadığı Boo Kap olarak adlandırılan Malay mahallesinden geçtik, ( ayrıca 18. Yüzyıl da da Hollanda’ lıların zulmünden kaçan Cava’ lılarda da bu bölgeye gelip yerleşmişler- Malaylar ile aynı familyadan gelen bir millet olduğu için Malay diye geçtim) ülkelerin mimari izlerini taşıyan bina stilleri ve rengarenk evleriyle ve hoş bir camisiyle görülmeye değerdi.
Rakımı 1085 mt olan Masa Dağı’ na yaklaşık 15-20 dakika süren bir teleferik yolculuğu ile çıktık, çıkarken bir yandan şehri seyrediyorsunuz, bir yandan Atlas Okyanusunu, uzakta Roben Adası derken Signal Tepesi yanından bir anda Masa Dağında buluyorsunuz kendinizi. Masa Dağından muhteşem bir manzara var, insanlar adeta büyüleniyorlar, yaklaşık yarım saat süren fotoğraf çekme ve manzara seyretme aktivitesinden sonra tekrar şehre döndük. Dönüşte İziko Museum denilen içerisinde antik çağlardan hayvan iskeletleri, yerel yerlilerin geçmişteki yaşam şekillerini gösteren simgeler ve benzeri değerlerin bulunduğu bir mekanı yaklaşık iki saat gezdik.
Müze gezimizden sonra Water front denilen yer restoranlar, kafeler, yaşam alanları, mini alışveriş yerleri olan ve iskelenin de bulunduğu harika bir yere geldik.
Burada bulunan meydanda sıklıkla yerel dans ve gösteriler yapan grupları görebilirsiniz, yabancı turistlerde bu güzel atmosfere kendilerini kaptırıp onlarla beraber dans edip eğleniyorlardı.
Cape Town da kaldığımız sürece akşam yemeklerimizi Waterfront bölgesinde bulunan balık restoranlarında muhteşem Masa Dağı manzarasında gerçekleştirdik, genel olarak akşamları dağın üzerine bulut çöküyormuş buna da masa örtüsü diyorlar gerçekten harikaydı, sanki bir rüyaydı. Yemekler deseniz bize göre bol kepçe, tabaklar bizimkilerin neredeyse iki katıydı.
Bir sonraki durağımız meşhur Ümit Burnuydu, Ümit Burnu Güney Afrika’daki Cape Yarımadası’nın güneydeki uç noktasıdır. Denize doğru uzanan kayalık bir burun olan Ümit Burnu denizden yaklaşık 245 metre yüksektedir. Afrika’nın en güneydeki noktası olduğu yaygın kanı olmakla birlikte, kıtanın gerçek güney ucu Ümit Burnu’nun 160 km güneydoğusundaki Agulhas Burnu’dur (Cape Agulhas). Ümit Burnu’nu 1488’de Portekizli Kaşif Bartolomeu Dias keşfetti ve buraya Fırtınalar adını verdi. Yerel rehberimiz bu bölgede yaklaşık altı yüz civarında gemini fırtınaya yakalanıp kayalıklarda parçalanarak battığını anlattı. Ama bazı kaynaklar ise Fırtınalar Burnu isminin, gemicilerin moralini bozabileceği düşüncesi ile daha sonra Ümit Burnu olarak değiştirildiğini belirtiyormuş ayrıca Dias 29 Mayıs 1500’de Güney Afrika açıklarında (kendi keşfi olan Ümit Burnu yakınlarında) yakalandığı bir fırtınada bütün mürettabatıyla birlikte ölmüş olması da trajedik. Hemen burun bölgesine girerken Bartolomeu Diaz anısına bir işaret taşı dikildiğini de belirteyim.
Buraya ulaşmak yaklaşık 1.5 saat sürüyor, varış noktasında geniş bir park yeri var, üst kısımda bulunan 1860 yılında yapılmış olan deniz fenerine çıkılıyor. Fenerin bulunduğu yer çok heyecan duyulan bir nokta, insanın kendisini dünyanın bir uçunda görmesi farklı duygular yaratıyor, adeta nefes kesen bir manzara var, sanki sonsuzluğa bakıyorsunuz buradan, yönlerini gösteren ülke tabelaları da ayrı bir lezzet katıyor gezinize.
Ümit Burnundan dönerken yolda Boulders Bay’e uğrayıp, Güney Afrika penguenlerini gördük, oldukça küçükler ve sevimli sevimli ortalarda dolaşıyorlardı. Bu park veya plaj bölgesi oldukça bakımlıydı ve ziyaretçiler için ahşap yürüme yolları yapmışlar. Bu yolların ve güzergahın dışına çıkmak mümkün değildi.
Gezimizin önemli duraklarından birisi de 2013 yılında hayata veda eden Güney Afrikalı lider Nelson Mandela’ nın 27 yıl hapis hayatı yaşadığı Robben Adası ziyaretiydi. Waterfront iskelesinden içi turistlerle dolu olan bir katamarana bindik, dalgalarla boğuşarak yaklaşık yarım saat sonra adaya ulaşmıştık. Rehberimiz Mandela ile aynı hapishanede yatan bir zenciydi, zavallı adam her anlatımında sanki geçmişe dönüyordu. Ada ziyareti yarım gün sürdü sonra yine dalgalarla boğuşarak Cape Town’ a döndük.
Bu defa sadece fok balıklarının yoğun bir şekilde bulunduğu, kayalıklardan oluşan Seal Adası Turu için Cape Town dan yarım saat den fazla mesafede bir yere geldik, buradan ceviz kabuğu gibi sallanan teknelere bindik ve yirmi dakika süren bir yolculuktan sonra kayalıklarda güneşlenen foklarıın resimlerini çektik ve döndük, sonradan National Geographic Kanal belgesellerinin birisinde, dünyada köpek balığı yoğunluğunun en fazla olduğu bölgenin burası olduğunu izledim, nedeni de köpekbalıkları burada çok fazla olan fokları avlıyorlarmış, deniz fobisi olan bendeniz bu durumu bilseydi asla o yolculuğu yapmazdım.
Cape Town’ ı bir yazıya sığdırmak çok zor, çok güzel bir şehir, ana başlıklar halinde ve özetle devam edecek olursam,
Kirstenbosch National Botanical Gardens, Masa Dağı eteklerinde bulunan ve 1913 yılında yapılan bu bahçelerde 5000 den fazla doğal çiçek ve bitki yetişmekteymiş ve oldukça büyük bir alana yayılmış.
Victoria ve Alfred Limanları, Cape Town yakınlarındadır, sayfiye yeri olarak değerlendirilen bir yerleşim alanıdır. Bu limanları sadece turistlerin gezdikleri bir yer olarak düşünmemek gerekir, bu limanlar, şehir halkı içinde oldukça önemli bölgelerdir. Liman bölgesinde bulunan alışveriş mekanları, enfes yemeklerin olduğu restoranlar ve eğlence yerlerinin bulunduğu bir yer. Burada kalmadan otobüsle içerisinden geçtik.
Güney Afrika, şarap alanında son yıllarda oldukça iddialı bir şekilde kendini göstermeye başlamış. Yılın oldukça fazla güneş alan iklimi ve verimli toprak çeşitlerinin bulunması nedeniyle ülkede üzüm bağları oldukça gelişmiş. Cape Town şehri ve çevresinde bulunan Boschendal, Groot Constantia, Morgenhof gibi bağlar şarap tutkunlarının ve gezginlerin ilk ziyaret edeceği yerler arasında yer alıyor. Biz bunlardan tarihi bir yer ve oldukça eski geçmişi olan Groot Constantia’ yı ziyaret ettik.
Cape Town şehri, yaptığım geziler içerisinde en çok etkilendiğim yerlerden birisiydi, çok çok güzel bir bölge, gerçekten coğrafya bilimi ve realitesi içerisinde önemli bir yer tuttuğunu gözlerinizle görebiliyorsunuz. Buraya yazamadığım daha bir sürü güzellikler vardı ama bu kadarını paylaşabildim.